Sahi siz niye HDP’yi desteklemiyorsunuz?
Yunanistan Komünist Partisi’nin Syriza hükümetinin icraatları ile ilgili yaptığı bir açıklama dün soL portalda yayınlandı. Gözlerden kaçırmış olanlar için bir paragraf aktarıyorum:
“Açıklamanın son kısmında SYRIZA’ya müzakereler sürecinde uluslararası destek verilmesi çağrılarına değinen KKE Merkez Komitesi, bunun Avrupa Sol Partisi’nin bir kampanyası olduğunu belirtti. KKE açıklaması, “Başka ülkelerdeki işçiler, emekçi sınıfların kriz döneminde uğradıkları bütün kayıpları telafi etmeleri, haklarını güvence altına almaları, ihtiyaçlarını karşılamaları ve iktidarda sınıfsal bir değişimin olmasının koşullarının hazırlanması için mücadele eden sınıf ve halk hareketiyle dayanışmalıdır” sözleriyle son buldu.”
Bu paragrafı okuyunca bölgede sık karşılaştığımız “siz niye HDP’yi desteklemiyorsunuz” serzenişi aklıma geldi. Bu serzenişle “seçim barajı geçilecek mi acaba” sorusu da birleşince, tartışmanın “doğal” sonucu olarak HDP’ye oy vermeyi düşünmeyen, seçim ittifakına da niyetli olmayan solcuların AKP’yi büyüttüğü, AKP faşizmine göz yumduğu gerçeğine hızlıca ulaşılabiliyor, solun bu sorumsuz tavrı bir türlü anlaşılamıyor, bir iki milletvekilliği çıkarmak istememesine şaşırılıyor, ulusalcı damarın “Türk solu”nu nasıl derinden etkilediği hatırlanıyor, hep birlikte mücadele edebileceğimiz iktidar karşısında mücadele kaçkınlığından dem vurulabiliyor, HDP barajı geçemezse neler olabileceğine dair kaos senaryoları yazılıyor, “kargaya b.kun ilaç demişler gitmiş denizin ortasına.. töbe töbe” ye gelinecek şekilde atasözleri hazırda tutuluyor.
Seçim denince akan sular duruyor tabi. Öyle bir girdap oluşuyor ki zihinlerde, öncesi ve sonrası olmayan, kendinden menkul, etkili bir çekim gücüne sahip sihirli bir sözcük haline geliyor seçim. Ne de olsa demokrasinin harman olduğu bir dönemin, er meydanının kapıları açılıyor. Temel paradigma, program, siyasi ilkeler o yakın insani iletişimin içinde eriyip gidiyor. Bir futbol derbisi, buz hokeyi maçı(!) izlemenin coşkusuna benzer bir coşkunluk ve esriklikle konuşuluyor. Zaman, seçim ertesinde yeniden başlamak üzere duruyor. Küsler barışıyor, hastalar iyleşiyor, el ele gönül gönüle hep birlikte kardeşliğe… “Ne oluyor bana” deyip şöyle bir silkinmeden insanın ilk olimpiyat yarışlarından bugüne getirdiği insansı rekabetin mayhoşluğundan kurtulunmuyor. Sınıf başkanı, apartman yöneticisi, köy muhtarı seçimi değildi bu diye hatırlamak gerekiyor ara sıra.
Hani bir gezi direnişi vardı, milyonlarca insanın çıkardığı ses duyulmadı. Hani gericilik hayatın her alanında dayatılıyor eğitim alanında bir boykot örgütleniyor. Hani AKP faşizmi aldı yürüdü, birileri zamanında “AKP’yi biz ipten aldık” demişti. Hani geçmişte Ergenekon filan zamanında “kahrolsun darbecilik yaşasın demokrasicilik” vardı. Hani özelleştirmeler filan oluyordu, oh olsun devlet küçülüyordu işte. Hani o zamanlar Avrupa Birliği vardı, biz diyorduk patronların birliği siz diyordunuz demokrasi. Hani biz 2008’de AKP’yi İstemiyoruz mitingi yaparken, AKP derin devleti temizliyordu falan filan. Liste uzatılabilir elbette ama açık olan uzunca bir süredir ülke ve dünya analizlerimizdeki ve siyasi yönelimlerimizdeki mesafenin almış başını yürümüş olması. Hal böyle olunca, beraber yürüyemediğimiz yolların yağmurunda beraber ıslanılmıyor.
Yolları birleştirmek, Aydemir Güler’in 2000’li yılların başında yazdığı bir kitabın adı değildi sadece. Bizim Türk ve Kürt emekçi sınıflarının yollarını sosyalizm mücadelesinde birleştirmek arzumuzun da ifadesiydi. Elbette ki biz hala yolları birleştirmek istiyoruz, ama seçim yolunu değil, sosyalizmin yolunu.
Not: Bazı dostlar neden son dönemlerde hep Kürt siyaseti ve HDP üzerine yazdığımı soruyorlar. Van’da yaşıyorum ve Kürt siyaseti burada siyasi atmosferi belirleyen temel etken. Bir de kasap sevdiği postu yerden yere vururmuş.