Mağdurluğun esnaflaşması
Özgecan’ın katili ile gazeteci Nuh Köklü’nün katili aynı kişilik. Hatta Ali İsmail’in, Berkin’in, Ceylan’ın, Hrant’ın katilleri de aynı kişilik. Bir kişilik halinin zaman zaman örgütlü zaman zaman tesadüfen işlediği cinayetler. Bu kişilik hali tesadüf değil ama, istisna da değil.
Bu kişilik hali her an her yerde karşımıza çıkabilir. Her an her türden alçaklığı yapabilir. Cinayet işlemeyeceği zamanlar mazlum, mağdur, çilekeş, cefakar ve boynu büküktür. Haksızlığa uğramıştır, insanlar onu anlamamıştır; onu dışlamışlar, alay etmişler, küçük görmüşlerdir vs. Acıların çocuğudur, aslında iyi niyetlidir. Mecbur kaldığı için, istemeyerek suç işlemiştir. O başlatmamıştır, mutlaka onu tahrik etmişlerdir. Hem zaten karşıdaki de afedersiniz mini etekli veya uzun saçlı, ermeni, kürt ya da alevidir. Sağlam papuç değildir anlayacağınız, öldürüldüğüne göre mutlaka bu işte bir bit yeniği vardır.
Mağdurluğun esnaflığa döndüğü bu noktadan itibaren, suçun, alçaklığın, ihanetin, rezilliğin elbette ki bir alıcısı bulunacaktır. Bakanların işlediği ağır suçların bile -bakara makara (dine hakaret), 700 bin liralık saat (yetim hakkı)- kolaylıkla aklanabilmesi mağdurluğun esnaflaşmasından ve suçun metalaşmasından başka bir şey değildir. Artık suç evrensel ölçütlere göre ortak kabul gören bir eylem değil, mağdurlar arası alınıp satılabilen bir şey, yerseniz.
Özgecan’ın katilinin ifadesini okudunuz mu? Kan donduran bir seri katilin ifadeleri değil, küçük yaşlarda annesinden ayrılmış, babasından çok dayak yemiş bir çocuğun ifadeleri idi. Minibüse aldığı ve “hemen arkasına oturan” genç kızı aslında araba bulunmayacağı için evine götürmek istiyor ama kız saldırmaya ve biber gazı sıkmaya başlayınca mecburen onu itiyor kız arabada dengesini kaybediyor ve takdiri ilahi nedeniyle başını çarpıp bayılıyor. Sonrasında ne yapacağını bilemeyen zavallı arkadaşından ve babasından yardım istiyor, daha fazla acı çekmesin diye… Ne kadar masum, zavallı, acıklı bir hikaye. Suçunu nasıl da ambalajlayıp satıyor, paketin üzerinde de arsızca gülen, sokaklarda eylem yapan, boyun eğmeyen, başka yer yokmuş gibi hemen şoförün arkasına oturan mini etekli kadın resimleri var. Alıcısı yok mu, elbette ki var.
Bu kişilik hali “erkeklikten” ibaret değil sayın başkan, utanmayın. Gezi olayları sırasındaki “Kabataş’ta saldırıya uğrayan, üzerine işenen türbanlı bacı” metaforunun yaratıcısı ve yayıcıları gayet kadın idi. Yine evlilik ve cariyelikle ilgili açıklamaları ile bizleri aydınlatan, kadınlara yol gösteren Sibel Üresin veya fenomen olma yolunda hızla ilerleyen tetikçi Sevda Türküsev de kadınlar ve tam da bu kişilik halinin taşıyıcısılar. Bu kişilik halini besleyen ve büyütenler, başını okşayanlar, yeri geldiğinde kol kanat gerenler ise saymakla bitmez. Kadın ve erkek arasındaki arınma işbölümüne dikkat çeken antikapitalist Müslümanlardan İhsan Eliaçık bakın ne diyor “Erkek saldırı, dövme, taciz ve tecavüzden arındığı kadar erkektir. Kadın da gıybet, dedikodu ve teşhirden arındığı kadar kadındır”. Demek ki neymiş yeterince edepli bir kadın olmazsan…
Bu kişilik halinin somutlaştığı adres ise şüphesiz ki AKP iktidarıdır. AKP pratiğinin her aşamasına sinmiş bu hal, kendisini sürekli olarak yeniden üretiyor, aklıyor ve yayıyor. Ayakkabı kutusu aslında Balkanlardaki bir üniversitenin yardım parası oluyor, Zafer Çağlayan aslında masum bir saat koleksiyoneri, Bilal ise ne kadar da saf ve masum, kafası kötülüğe çalışmadığı için babasının söylediklerini anlayamıyor. Suç kendisini mağduriyet kılıfında yeniden yaratıyor ve artık suç olmaktan çıkıyor. Buna inananlar (!) ve destekleyenler artık bu suçun bir parçası ve yeniden üreticisidirler.