Ortadoğu’nun en güvenilir halkı kimdir?
Geçtiğimiz hafta Van’da bir panel düzenlendi. "Demokratik İslam Kongresi Van Şura Girişimi" tarafından düzenlenen “Ortadoğu barışı ve İslam” konulu bir panel. Panelde açılış konuşmasını yapan moderatör Münteha Bildirici, Mayıs ayında Diyarbakır’da yapılan Demokratik İslam Kongresi’nin büyük ses getirmesinin ardından “şura girişimi” adı altında faaliyet yapmaya karar verdiklerini söylemiş. Takip edebildiğim kadarıyla ilk etkinliklerini Van’da yaptılar.
Van önemli bir şehir. Kürt ve İslam kimliklerinin iç içe yaşandığı, tarikatların cirit attığı, geçen yıl sayısı yüzbinle ifade edilen Kuran kursu öğrencisinin eğitildiği, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin neredeyse Newroz kitlesiyle birlikte kutlandığı, sivil cumaların ciddi biçimde karşılık bulduğu ve sonuna kadar sürdürüldüğü bir şehir Van. Öyle Diyarbakır gibi her kesimin kendi mahallesinde/merkezinde yaşadığı bir şehir de değil, tek merkezli, mecburiyet caddeli bir şehir. Belki de bu yüzden “Şura Girişimi”nin ilk etkinliği Van’da yapılmıştır, Kürt-İslam sentezinin başkenti olarak Van seçilmiş olmalı. Yıllardır siyasal İslam ile Kürt siyasi hareketinin kafa kafaya gittiği, belediye başkanlıklarını sıraya koydukları bir şehirde Kürt-İslam sentezinin ifadesi şaşırtıcı değil belki ama bizim için elbette üzücü.
Milliyet yaptığı panel haberinde es geçmiş ama DİHA’nın haberinde panelin en öne çıkan özelliği katılımcıların “Kürtler Ortadoğu da devletsiz bir halk ama başı derde giren herkes Kürtlere sığınıyor, Kürtler bölgenin en güvenilir halkı” değerlendirmesinde bulunmuş olması. Sentezin başladığı nokta burası işte. Zira bu ifade İslamı en doğru okuyan ve uygulayan, en güvenilir en barışçı vb. gibi en’lerle genişletilmeye hazır. Zaten panelde ve daha önce toplanan Demokratik İslam Kongresi’nde bazı cihadçı örgütlerin İslam’ı yanlış okuduğu, İslam’ın ancak demokratik yorumunun doğru olabileceği gibi çıkarımlarda bulunulmuştu. Sonuç olarak karşımızda İslami olarak güçlendirilmiş bir Kürt milliyetçiliği söylemi olgunlaştırılıyor.
Ortadoğu’da IŞID’a karşı kahramanca savaşan Kürt gençlerinin sınıfsal aidiyetlerinin üzerini güzelce örtüyor bu söylem. Sanki savaşan bütün Kürt güçleri bir ve aynıymış gibi, sanki peşmerge Ezidiler’in silahlarını toplamamış ve geri çekilmemiş gibi, daha da geriye gidersek sanki Rojava sınırına hendek kazanlar Kürt değilmiş gibi oluyor. Yok hepsi Kürt ama sınıfları farklı. Kürt siyasi hareketinin “demokratik uluslaşma” sürecine Ortadoğu’daki bütün Kürtleri dahil etme süreci anlaşılabilir ama gel de Ezidi’lerin saldırıdan bir gün önce silahlarını toplayan ve geri çekilen peşmergeye güvenmesi, birlik olmasını iste. Gel de emperyalizmin her türlüsü ile her an işbirliği geliştirebilme kapasitesindeki “demokratik” derebeyliği düzeni ile emekçi ve ezilen Kürt halkının bir ulus olarak birlikte davranmasını iste. Ha illa da bunu isteyeceksen “IŞID emperyalistlerin kurduğu bir terör örgütüdür” deme, panelde konuşulduğu gibi “psikolojisi bozuk bir grup barbar” de.
Şeyh Bedreddin Destanı’nın Zeyl kısmında Nazım Hikmet Türk proleteri Ahmet’in ağzından ne güzel anlatmış milli gurur meselesini : “…Bizim muhitimiz Bedreddin’i, Börklüce Mustafa’yı, Torlak Kemal’i, onların bayrağı altında dövüşen Aydınlı ve Deliormanlı köylüleri yaratabildiği için, ben şuurlu Türk proleteri milli bir gurur duyuyorum…”
İmparatorluğa yani emperyalistlere karşı dövüşen Türk veya Kürt işçisi, köylüsü ile ne kadar gurur duysa azdır. Gururumuzun kaynağı onların Türk veya Kürt olması değil siz deyin “kapitalist modernite” biz diyelim emperyalizmin yarattığı vahşet ile mücadele etmesi, boyun eğmemesidir.