Hazirancının seçim sandukası…
Son haftalarda farklı toplum kesimlerinden hazirancılarla sohbet etme fırsatım oldu. Seçimler bahsi açıldığında hızlıca benzer argümanlar eşliğinde muhabbetin ortaklaştığını ve HDP’nin güçlenmesinin siyasi yaşantımız açısından nasıl da zorunlu olduğu sonucuna varıldığını gördüm. Üstelik HDP’ye oy veren de vermeyen de benzer şeyleri söylüyordu. Düzenin değişip değişmeyeceği konusunda bir tartışma olmadıktan sonra üç silahşörlere bir dördüncüsünün katılmasının siyasi hayatımızı nasıl da renklendireceği su götürmezdi.
Bir kere baş düşman Tayyip başkan olmamalıydı. Yıllardır özene bezene düşmanlık ettiğimiz bir siyasi aktör var ve onun da kişisel özelikleri nedeniyle bu rolü hevesle oynadığı düşünülürse ortaya hakikaten de kurtulunması gereken biri çıkıyor. Ama sorun da kurtulunan şeyin tüm kötülükleri üzerinde toplayan bir kişi olması. “Bilal saf, Davutoğlu kısa, Egemen şımarık, Arınç mahzun, Çağlayan koleksiyonerliğine yenik düşmüş bir zavallı ama Tayyip yok mu Tayyip tüm fitnenin başı o…” noktasında tüm oklar bir kişiye yöneldiğinde sistem kendisini kolaylıkla güncelleme şansına sahip oluyor. Tayyipsiz bir AKP sanıldığı kadar zarar verici değil, adeta tek dişi kalmış bir canavar olarak görülebiliyor. Hem zaten Tayyip’le kavga ediliyor, müzakere ise AKP’yle ve derin devletle.
İkincisi “Syriza etkisi” diyebileceğimiz hoşluk bünyeleri sarmış durumda. Ya tamam düzeni değiştiremiyoruz ama tek başına iktidar değilse de koalisyonun küçük ortağı olarak, o da olmadı toplumsal muhalefetin temsilcisi olarak mecliste bulunan delikanlı ağbiler, ablalar neleri değiştirebilir bir düşünsenize. Soru önergeleri, kürsü işgalleri filan derken MeclisTv izlenecek bir kanal haline bile gelebilir. Yıllardır kendimizi hiç göremediğimiz, sesimizin ifade olunmadığı meclis adeta bir Siyaset Meydanı programına döner. Düzen partilerini nasıl hacamat ederiz, tüm pisliklerini kameranın gözüne nasıl da sokarız. Kirli çamaşırlar yeterince ortalığa dökülmemiş, işlerin nasıl yürüdüğü malum olmamış gibi.
Üçüncüsü ve bence en önemlisi ilk defa barajı geçme ihtimali olan bir partiye oy verme şansı. “O baraj barajınız yıkılacak, yıkacağız” heyecanı önemli, “Giremezsiniz” denilen Taksim’e girebileceğimizi göstermek gibi. CHP’nin kronik muhalefet yerine ara ara iktidar ortağı olduğu yıllardan hatırladığımız görece küçük de olsa zaferlere duyulan ihtiyaç. Kurtarılmış bölgelerin, sandıktan ful çeken mahallelerin olduğunu bilme ihtiyacı. Doğu’da bu durum yıllardır yaşandığından Kürt seçmeni fazlaca heveslendirmeyen bu durum Batı’da ciddi bir motivasyon. Haziran’da muhteşem bir sokak zaferi kazanan insanların, bu başarıyı sandıkta da görmek istemeleri ne kadar da doğal ve üzücü. “Tamam sokaklarda işimiz bitti şimdi sıra seçimde” mi? Sokağın sandığa dönüşmesi demokrasimizin gücünü değil, düzen dışı siyasi kanallarımızın güçlenmesi gerektiğini göstermiyor mu? Hatırlarsanız Haziran günlerinde AKP’nin meşruiyetini koruyabildiği tek yer meclisti. Bir ülkede on milyon insan ölümüne sokaktayken aynı ülkenin meclisinde yaprak kımıldamıyorsa durup bir düşünmek gerekmez mi?
İşte tam da bu yüzden “SIFIRLA” diyoruz ya. Haziran’da ortaya çıkan enerji düzen içi kanallara akmasın, temsiliyete bel bağlamasın, AKP’nin üzerinde boy verdiği zemini güçlendirmesin istiyoruz. Sadece Tayyip’i değil, AKP’yi, meclisi, düzeni, sistemi, iç güvenlik yasasını, HES’leri, nükleer santralleri, kadın cinayetlerini sıfırlayalım istiyoruz.
Hazirancının seçimi sıfırlamak olursa eğer daha çoook haziranlarımız olur, temmuzlarımız, ağustoslarımız…