skip to Main Content

Kobanê ve aynı üzümün şarabı

Çok üzgünüm. Kobanê’de halka yönelik olarak yapılan kalleş saldırı, egemenlerin Ortadoğu’nun geleceğine dair barış, iyimserlik türünden hiçbir olumlu duygunun yeşermesine izin vermeyeceklerini bir kez daha acı biçimde hatırlattı. Başımız sağolsun.

 Bu savaş hiç bitmeyecek. Birileri Ortadoğu’yu, Kafkasya’yı, Kuzey Afrika’yı, Latin Amerika’yı kısaca dünyanın tümünü şekillendirmeye çalıştıkça ölenimiz de öldürenimiz de bitmeyecek. Bizleri şarabımızı vermek için üzüm gibi ezmeye devam ettikleri sürece kavga da sürecek. Hangi renk üzüm olduğumuzun bir önemi yok bu savaşta, mekanizma hep aynı.

Amerikan elçiliğine asılan LGBT bayrağı, din adına eşcinselleri öldüren ABD destekli cihatçı örgütleri nasıl örtemiyorsa; koalisyon uçaklarının IŞID’a attığı bombalar da emperyalizmin ateşlediği ve körüklediği Ortadoğu savaşının yangınını söndürmüyor. Bu yangın hepimizi yakmaya devam ediyor. Ama gittikçe biriken acı maalesef bizleri bir araya getirmiyor, dağıtıyor, parçalıyor.  

Son günlerde yaşadığım ve tanık olduğum birkaç olay bu parçalanma duygumu güçlendirdi. Sosyal medyada gördüğüm bazı polemiklerde kimlikler ile sınıf siyasetinin sonuçları karşı karşıya konumlandırıldığında nasıl da yıkıcı, düşmanca sonuçlar ortaya çıkarabiliyor görmüş oldum. Aynı şey din, mezhep, cinsiyet için de geçerli. Bizim derdimiz insanların dini, etnik kimliklerini, cinsiyetlerini yok saymak değil. Tersine bu kimliklerin zorlanmasından doğan öfkeyi de siyaset kulvarında görmek isteriz. Lakin kimlikler siyasetin temel belirleyeni haline geldiğinde siyasetin her türlüsü bu kimliği göstermeniz gereken bir gümrük duvarına toslayabiliyor. Veyahut en yakınınızdaki, oturup siyaset tartışabildiğiniz, günlük hayatta birbirinize omuz verdiğiniz arkadaşlarınız bile kendi siyasi eylemlerinin komünistler tarafından “kirletilebileceği” kaygısıyla birlikte “piknik yapmaktan” bile vazgeçebiliyorlar. Bu günlerde komünist kimlik, üzerine her tarafını kapatan bir etnik kimlik geçirilmedikçe “sen bizden değilsin” sebebi olabiliyor.

Dün Kazım Koyuncu’nun ölüm yıldönümü idi. Kısacık hayatına hepimizin sevgisini sığdırabilen bu devrimcinin 2003 Diyarbakır Newroz’u sonrasında söyledikleri önemli:

“Benden ısrarla Kürtçe şarkı söylememi istiyorlar. Ben o müziği çok seviyorum sempatimi de dünya biliyor. Ancak bir “merhaba” bile demedim. Bu sembolik bir şey belki. Ben sizin yanınıza kendim olarak geldim. Ve siz de beni görün. Birbirimizi kabul etmemiz için birbirimize benzememize ihtiyacımız yok. Aynı dilde söylememize gerek yok. Birbirimizi kabul edebiliriz… Benim cesaretim oydu… Bunu orada anlayan çok insan oldu…”

Bizler aynı üzümün şarabıyız dostlar. Ezenimiz aynı. Kaygıya, endişeye lüzum yok. Derdimiz sizin şarabınızı sirkeleştirmek değil. Hiç ezilmeyelim istiyoruz, hiçbirimiz ezilmeyelim istiyoruz o kadar. O gün Kazım Koyuncu’yu anlayabilenler bizi de bir gün anlayacaktır elbet.