skip to Main Content

#direnavukat

Sonunda oldu. Hukukun üstünlüğü, hukuk devleti gibi kavramların hayata geçirilmesinde, denetlenmesinde, yeniden üretilmesinde diğer yargı mensupları ile eşit düzeyde pay ve sorumluluk sahibi olan avukatlara dokunulmaya başlandı. Halkın hukuksal süreçlere müdahale etmesinin tek aracısı olan avukatların meşruiyeti hızlıca sorgulanıp avukatlar adliye kapısının önünde sıraya sokulur, hizaya getirilir oldular. Adliye önlerinde hizaya girmeyen avukat itilip kakılır, hakarete uğrar, polis kalkanlarıyla sıkıştırılır oldu. Artık adliyeye kendi evine girer gibi eşitlerden biri olarak teklifsizce giremeyecek avukatlar. Davalarda hakimle, savcıyla eşit düzeyde muamele görmek konusunda usülen tartışamayacaklar bile, “sen sus bakiyim terörist” bakışlarıyla karşılanacaklar.

Daha önce de dokunuluyordu avukatlara. Hatırlarsanız Gezi olayları sırasında yine Çağlayan adliyesinde onlarca meslektaşımız yaka paça gözaltına alınmıştı. Hakkari barosuna kayıtlı meslektaşlarımız 2-3 ay önce sıradan bir yol aramasında polis tarafından ciddi şekilde darp edildiler. Bunun gibi birçok örnek sayılabilir. Ama bu defa bütün avukatlara sistematik olarak şiddet uygulanarak, avukatlık kurumu itibarsızlaştırılıyor ve halk savunmasız bırakılıyor.

Hukuk iktidara karşı önemli mücadele alanlarından birisi. Çünkü iktidarlar, karşıtlarını yaptıkları yasalar uyarınca cezalandırmaya çalışıyorlar. Bu yasaların hazırlanması, onaylanması ve yürütülmesi hukuk alanındaki mücadele ile de belirleniyor. Bu alandaki örgütlülüğümüz, yani bu alandaki gücümüz kadar bu süreçlere dahil olabiliyoruz. Barolar, dernekler avukatların örgütlü oldukları ve AKP iktidarının bir türlü hegemonya kuramadığı alanlar. Tıpkı tabip odaları gibi barolar da, AKP’nin yıllardır süren iktidarında diş geçiremediği, her fırsatta karşısına dikilen kuruluşlar. Bu nedenle yıllardır hekimlere uygulanan değersizleştirme operasyonlarının bir benzeri avukatları da bekliyor. Birileri bizleri bir sabah uyandıklarında ökçeleri ile çatır çutur ezebilecekleri cübbeli bir hamamböceğine dönüşmüş olarak hayal ediyor olabilir ama değiliz.

Bu gelişmelere bahane olan olay bildiğiniz gibi üç insanın öldürüldüğü “başarılı” bir polis operasyonu. Ne acı ki ülkemizde daha 14 yaşında başından vurularak öldürülen bir çocuğun katilleri bulunup cezalandırılmadı. Ne acı ki ülkemizde işlemeyen adaletin işleyebilmesini birileri silahla savcıyı rehin alarak sağlamaya çalışıyor. Ne acı ki savcılarımız devletin gözünde kolayca harcanabilen, gözden çıkarılabilen bir konumda. Ne acı ki savcılarımız ve hakimlerimiz örgütsüz ve yalnız.

Bu eylemin terör eylemi olup olmadığı tartışması hukuk açısından önemli ama tarih açısından değil. Bundan 100 yıl önce benzer eylemlerde bulunan devrimciler kendilerini terörist olarak adlandırırlardı. O zamanlar terör kelimesinin algılanışı da şimdiki gibi değildi. Zamanla anlam kaymasına uğratılan kelime “Yoksulların savaşına terör, zenginlerin terörüne savaş denir” noktasına kadar geriletildi. Bundan 100 sene sonra ne olacağını kim bilebilir?